Açılış Saatleri
  • Pazartesi :Kapalı
  • Salı :Kapalı
  • Çarşamba :Kapalı
  • Perşembe :Kapalı
  • Cuma :Kapalı
  • Cumartesi :Kapalı
  • Sunday :Kapalı

Tarlabaşı, İstanbul’un batı yakasında, Haliç’in kuzeydoğu kesiminde yer alan Taksim Meydanı ile Cumhuriyet Caddesi’nin kesiştiği yerden başlayan ve İngiltere Elçilik Binası’nda son bulan Tarlabaşı Bulvarı’nın her iki tarafında uzanan ve Dolapdere’ye doğru inen yamaçlar üzerinde kurulu Beyoğlu ilçesine bağlı bir semttir. Arseven’e göre, bölge 16. yüzyıla kadar tarlalarla örtülü olmasından ötürü “Tarlabaşı” adını almıştır (Arseven, 1989). 19. yüzyılın ortalarından itibaren ise, İstanbul’un önemli yerleşim birimlerinden biri haline gelmiştir. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başından kalan yapı çeşitliliği ile mimarlık ve kent tarihi açısından zengin bir kaynak oluşturmaktadır. Pek çok şair ve yazar tarafından kaleme alınan Tarlabaşı’nın labirent dokusu, İlhan Berk tarafından şöyle tanımlanmaktadır. “Tarlabaşı bir labirenttir. Bu labirentin başını her ne kadar sokaklar çekerse de, caddeler de ondan aşağı kalmaz. Hem Tarlabaşı’nda cadde ile sokağın hangisinin sokak, hangisinin cadde olduğunu bize ancak haritalar, yalnız onlar söyler. İş bu kadarla da bitmez. Pek çok caddenin sokağın nerde başlayıp nerde bittiğini de saptamak olanaksızdır”Tarlabaşı’nın kensel açıdan tarihsel gelişimini, Pera’nın, günümüzdeki adıyla Beyoğlu’nun oluşum ve gelişim süreciyle doğrudan bağlantılı olduğunu düşünmektedir (Çelik, 1998). Akın ise Tarlabaşı’nın oluşumunu Fatih döneminden başlayarak Galata ve Pera çevresinde müslüman mahalleleri oluşturma çabasıyla açıklar (Akın, 1998). 17. yüzyıl başında bugünkü Tarlabaşı’nın yer aldığı alanın tamamında müslüman mezarlıkları yer almaktadır. Ancak, 18. yüzyıl başından itibaren nüfusu artan Pera bölgesinde yerleşim Tarlabaşı-Tepebaşı’na ve giderek Dolapdere’ye doğru ilerlemiştir. Tarlabaşı’nın önemi yerleşimi, İstanbul’da Batılı anlamda ilk şehircilik uygulamalarının gerçekleştirildiği ayrıcalıklı bir bölge olmasıdır. Özellikle, Beyoğlu yangınları ve 1839 Tanzimat fermanından sonra yapısal ve kentsel düzen daha sistemli bir hal almıştır. 1870 tarihli Pera yangını sonrasında caddelerin, geniş meydanların, tiyatroların ve otellerin yer aldığı “Yeni Şehir” (Nouvelle Ville) projesi burada oluşmuştur . 1870’li yıllar ile birlikte Tarlabaşı Caddesi’nin her iki yanı dolmaya başlamış, o dönemde çoğunluğu azınlıklara ait ticarethaneler burada açılmıştır. Üsdiken’in analizlerine göre, 19. yüzyılın ikinci yarısında yavaş yavaş meydana çıkan konutların tümü bahçe içindedir. Bu dönemde Avrupa devletleri lehine gelişen bir siyasi-ekonomik süreç başlamış, meslek sahiplerinin bölgedeki talebi artmış ve bölgedeki kiralar yükselmiştir (Ana Britannica, Islahat Fermanı). 1870’lerde Pera üst sınıfın yerleşim bölgesi iken Tarlabaşı onlar kadar varlıklı olmayan orta ve alt-orta sınıfların konut alanıdır. Aynı mimari akım izlenmiş fakat konutlar Pera’dakilere oranla daha mütevazi inşa edilmiştir. 1940’lı yıllar ile birlikte Varlık Vergisi’nin azınlıklara getirdiği yükler yüzünden özellikle taşınmazlarda gözlemlenen mal sahibi değişmesinden Tarlabaşı da nasibini almıştır. Özellikle bu dönemlerde pek çok işyeri el değiştirmiş ve Türkler bu gayrimenkulleri satın almışlardır. Rumların gayrimenkullerini hızla elden çıkardığı dönem ise “6-7 Eylül Olayları” diye anımsanan 1955 yılıdır. Bu dönemde geride bırakılan ve satış vekaletinin bazı avukatlara bırakıldığı gayrimenkuller, birtakım avukatlar tarafından ucuz kiralarla kente yeni gelenlere verilmeye başlanmış ve günümüzde görülen fiziksel çökmeyi hızlandırmıştır. Bu nedenle semt İstanbul’a Anadolu’dan ilk göçenlerin, özellikle bekarların yoğun olarak yerleştiği bir yer olmaya başlamıştır. Fakat, Tarlabaşı asıl fiziksel değişime 1980’lerin ikinci yarısında uğramıştır. Dalan döneminde Tarlabaşı Caddesi’nin her iki yanında bulunan 370 bina istimlak edilerek, yıktırılmıştır. Yıkılan bu binaların içinden 167’sinin tescilli olması, kamuoyunda büyük tartışmalara neden olmuştur. Nisan 1986 yılında başlayan yıkımlar 1988’e kadar sürmüş, sonuç olarak bugün Taksim ile Tepebaşı’nı birbirine bağlayan Tarlabaşı Bulvarı ortaya çıkartılmıştır. Bu durum bölgenin dokusunu bozmuş, Beyoğlu’nun Tarlabaşı ile olan tarihsel ilişkisi bozulmuştur. Bu projenin uygulanmasındaki neden olarak kamuoyunda kent içi ulaşım ağının elde edilmesi ve var olan tıkanıkların çözümü şeklinde ortaya konulmuştu. Oysa 1950’li yıllardan beri yerel yönetimler Tarlabaşı’nın gitgide yıpranan fiziksel yapısı ve “slum” özelliği taşıyan koşullarından çekinmişlerdi. Zira semt, 1970’li yıllarda yoğun bir yasadışı eğlence sektörünün istihdam edildiği bir konut çevresi niteliğine bürünmüştü. Dolayısıyla 1986 ile başlayan yıkımların bir amacı da buradaki “slum” görüntüsünü yok etmek amacını da taşımaktaydı. Tüm bunlara karşın, Tarlabaşı bugün tipik “slum” özellikleri gösteren bir semttir. Doğal olarak bu görüntü mahalleden mahalleye değişmektedir. Kısacası yapılan yıkımlar “birinci sıra” denilen tarihi açıdan önemli olan 167 tescilli konutun ortadan kalkmasına neden olmuş, Tarlabaşı çöküntü olma niteliğinden ne yazık ki kurtulamamıştır. 1980’li yıllarda, İstiklal Caddesi’nde trafiğin tek yönlü oluşu trafik tıkanıklığını bir ölçüde azaltmakla birlikte Taksim’den Tünel’e ulaşılabilirliği azalttığı için bu çevrede çöküntü alanları yaratmıştır. Çöküntü haline gelen bu bölgelerdeki düşük kira vb. gibi nedenler imalathanelerin gelişimine neden olmuştur . Küçük imalat atölyeleri tüm ara sokaklara yayılmış ve buna bağlı olan yan sektör, Tarlabaşı gibi çevre semtlerde gelişmiştir. Bu da köhneleşmeyi hızlandırmıştır. Bugün Tarlabaşı özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadoludan ailelerin göç ettiği, burada kısa dönemler arasında iş tuttuğu “slum” özellikleri gösteren bir semttir.Tarlabaşı’nın sosyal yapısını oluşturan nüfus, 19. yüzyıl ortalarından itibaren bu bölgeye yerleşmeye başlamıştır. Bu nüfusun büyük çoğunluğu’nu gayrimüslimler ve Levantenler oluşturmaktaydı. İş yerleri Ermeni ve Rumlar tarafından işletilmekteydi. Cumhuriyet’in kurulmasından sonra 1930’lu yıllar ile birlikte Türk aileler, bu semte gelmeye başlamışlar ve bu semtte kiraladıkları ya da satın aldıkları evlerde oturmaya başlamışlardır. Semtte dini yapılar açısından Emin Camisi’nin tarihi eski dönemlere kadar gitmektedir. Bu cami bugün Ömer Hayyam Caddesi’nin hemen altındadır. Semtte, Tarlabaşı Caddesi’ne yakın bir Ermeni Kilisesi vardır. Anorut Haygutyun Kilisesi aynı zamanda bir Ermeni okulunun içindedir. Yine bu semtte iki adet Rum Kilisesi bulunmaktadır. Bunlardan Rum Katolik Kilisesi Hamalbaşı caddesi ile Kalyoncu Kulluğu Caddesi’nin kesiştiği yerdedir. Ayrıca bir Rum Ortodoks Kilisesi vardır. Üsdiken ‘e göre, Cumhuriyet’ten sonra bu bölgede yerleşenlerin hemen tümü Rumlardan oluşmaktaydı. Ayrıca az sayıda Ermeni ve Aynalıçarşı yöresinde Levantenler vardı (Üsdiken, 1994). 1940’lı yıllarda, Tarlabaşı Caddesi ve buraya yakın yerlere yerleşen müslümanların sayısında bir artış görülmektedir. 1955 yılında 6-7 Eylül olayları ile birlikte çoğunluğu Rum olan azınlıklar bölgeyi terk etmeye başlamıştır. 1960’lardan itibaren ise Tarlabaşı iç göç ve mülkiyet yapısına bağlı olarak alt gelir gruplarının yerleştiği bir bölge olmuştur. Kent merkezine olduğu kadar eğlence yerlerine de yakınlığı, işgal edilebilir nitelikteki terk edilmiş binaların çokluğu, Tarlabaşı’nı iç göçte öncelikle tercih edilen bölgelerden biri haline getirmiştir. Bu durum tarihi yapı stoğunun kötü kullanılmasına neden olmuş, bakımsız binalar değişen sakinleri ile birlikte giderek perişan bir görünüme bürünmüştür.

Tarlabaşı Bulvarı

Tarlabaşı, İstanbul’un batı yakasında, Haliç’in kuzeydoğu kesiminde yer alan Taksim Meydanı ile Cumhuriyet Caddesi’nin kesiştiği yerden başlayan ve İngiltere Elçilik Binası’nda son bulan Tarlabaşı Bulvarı’nın her iki tarafında uzanan ve Dolapdere’ye doğru inen yamaçlar üzerinde kurulu Beyoğlu ilçesine bağlı bir semttir. Arseven’e göre, bölge 16. yüzyıla kadar tarlalarla örtülü olmasından ötürü “Tarlabaşı” adını almıştır (Arseven, 1989). 19. yüzyılın ortalarından itibaren ise, İstanbul’un önemli yerleşim birimlerinden biri haline gelmiştir. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başından kalan yapı çeşitliliği ile mimarlık ve kent tarihi açısından zengin bir kaynak oluşturmaktadır. Pek çok şair ve yazar tarafından kaleme alınan Tarlabaşı’nın labirent dokusu, İlhan Berk tarafından şöyle tanımlanmaktadır. “Tarlabaşı bir labirenttir. Bu labirentin başını her ne kadar sokaklar çekerse de, caddeler de ondan aşağı kalmaz. Hem Tarlabaşı’nda cadde ile sokağın hangisinin sokak, hangisinin cadde olduğunu bize ancak haritalar, yalnız onlar söyler. İş bu kadarla da bitmez. Pek çok caddenin sokağın nerde başlayıp nerde bittiğini de saptamak olanaksızdır”Tarlabaşı’nın kensel açıdan tarihsel gelişimini, Pera’nın, günümüzdeki adıyla Beyoğlu’nun oluşum ve gelişim süreciyle doğrudan bağlantılı olduğunu düşünmektedir (Çelik, 1998). Akın ise Tarlabaşı’nın oluşumunu Fatih döneminden başlayarak Galata ve Pera çevresinde müslüman mahalleleri oluşturma çabasıyla açıklar (Akın, 1998). 17. yüzyıl başında bugünkü Tarlabaşı’nın yer aldığı alanın tamamında müslüman mezarlıkları yer almaktadır. Ancak, 18. yüzyıl başından itibaren nüfusu artan Pera bölgesinde yerleşim Tarlabaşı-Tepebaşı’na ve giderek Dolapdere’ye doğru ilerlemiştir. Tarlabaşı’nın önemi yerleşimi, İstanbul’da Batılı anlamda ilk şehircilik uygulamalarının gerçekleştirildiği ayrıcalıklı bir bölge olmasıdır. Özellikle, Beyoğlu yangınları ve 1839 Tanzimat fermanından sonra yapısal ve kentsel düzen daha sistemli bir hal almıştır. 1870 tarihli Pera yangını sonrasında caddelerin, geniş meydanların, tiyatroların ve otellerin yer aldığı “Yeni Şehir” (Nouvelle Ville) projesi burada oluşmuştur . 1870’li yıllar ile birlikte Tarlabaşı Caddesi’nin her iki yanı dolmaya başlamış, o dönemde çoğunluğu azınlıklara ait ticarethaneler burada açılmıştır. Üsdiken’in analizlerine göre, 19. yüzyılın ikinci yarısında yavaş yavaş meydana çıkan konutların tümü bahçe içindedir. Bu dönemde Avrupa devletleri lehine gelişen bir siyasi-ekonomik süreç başlamış, meslek sahiplerinin bölgedeki talebi artmış ve bölgedeki kiralar yükselmiştir (Ana Britannica, Islahat Fermanı). 1870’lerde Pera üst sınıfın yerleşim bölgesi iken Tarlabaşı onlar kadar varlıklı olmayan orta ve alt-orta sınıfların konut alanıdır. Aynı mimari akım izlenmiş fakat konutlar Pera’dakilere oranla daha mütevazi inşa edilmiştir. 1940’lı yıllar ile birlikte Varlık Vergisi’nin azınlıklara getirdiği yükler yüzünden özellikle taşınmazlarda gözlemlenen mal sahibi değişmesinden Tarlabaşı da nasibini almıştır. Özellikle bu dönemlerde pek çok işyeri el değiştirmiş ve Türkler bu gayrimenkulleri satın almışlardır. Rumların gayrimenkullerini hızla elden çıkardığı dönem ise “6-7 Eylül Olayları” diye anımsanan 1955 yılıdır. Bu dönemde geride bırakılan ve satış vekaletinin bazı avukatlara bırakıldığı gayrimenkuller, birtakım avukatlar tarafından ucuz kiralarla kente yeni gelenlere verilmeye başlanmış ve günümüzde görülen fiziksel çökmeyi hızlandırmıştır. Bu nedenle semt İstanbul’a Anadolu’dan ilk göçenlerin, özellikle bekarların yoğun olarak yerleştiği bir yer olmaya başlamıştır. Fakat, Tarlabaşı asıl fiziksel değişime 1980’lerin ikinci yarısında uğramıştır. Dalan döneminde Tarlabaşı Caddesi’nin her iki yanında bulunan 370 bina istimlak edilerek, yıktırılmıştır. Yıkılan bu binaların içinden 167’sinin tescilli olması, kamuoyunda büyük tartışmalara neden olmuştur. Nisan 1986 yılında başlayan yıkımlar 1988’e kadar sürmüş, sonuç olarak bugün Taksim ile Tepebaşı’nı birbirine bağlayan Tarlabaşı Bulvarı ortaya çıkartılmıştır. Bu durum bölgenin dokusunu bozmuş, Beyoğlu’nun Tarlabaşı ile olan tarihsel ilişkisi bozulmuştur. Bu projenin uygulanmasındaki neden olarak kamuoyunda kent içi ulaşım ağının elde edilmesi ve var olan tıkanıkların çözümü şeklinde ortaya konulmuştu. Oysa 1950’li yıllardan beri yerel yönetimler Tarlabaşı’nın gitgide yıpranan fiziksel yapısı ve “slum” özelliği taşıyan koşullarından çekinmişlerdi. Zira semt, 1970’li yıllarda yoğun bir yasadışı eğlence sektörünün istihdam edildiği bir konut çevresi niteliğine bürünmüştü. Dolayısıyla 1986 ile başlayan yıkımların bir amacı da buradaki “slum” görüntüsünü yok etmek amacını da taşımaktaydı. Tüm bunlara karşın, Tarlabaşı bugün tipik “slum” özellikleri gösteren bir semttir. Doğal olarak bu görüntü mahalleden mahalleye değişmektedir. Kısacası yapılan yıkımlar “birinci sıra” denilen tarihi açıdan önemli olan 167 tescilli konutun ortadan kalkmasına neden olmuş, Tarlabaşı çöküntü olma niteliğinden ne yazık ki kurtulamamıştır. 1980’li yıllarda, İstiklal Caddesi’nde trafiğin tek yönlü oluşu trafik tıkanıklığını bir ölçüde azaltmakla birlikte Taksim’den Tünel’e ulaşılabilirliği azalttığı için bu çevrede çöküntü alanları yaratmıştır. Çöküntü haline gelen bu bölgelerdeki düşük kira vb. gibi nedenler imalathanelerin gelişimine neden olmuştur . Küçük imalat atölyeleri tüm ara sokaklara yayılmış ve buna bağlı olan yan sektör, Tarlabaşı gibi çevre semtlerde gelişmiştir. Bu da köhneleşmeyi hızlandırmıştır. Bugün Tarlabaşı özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadoludan ailelerin göç ettiği, burada kısa dönemler arasında iş tuttuğu “slum” özellikleri gösteren bir semttir.Tarlabaşı’nın sosyal yapısını oluşturan nüfus, 19. yüzyıl ortalarından itibaren bu bölgeye yerleşmeye başlamıştır. Bu nüfusun büyük çoğunluğu’nu gayrimüslimler ve Levantenler oluşturmaktaydı. İş yerleri Ermeni ve Rumlar tarafından işletilmekteydi. Cumhuriyet’in kurulmasından sonra 1930’lu yıllar ile birlikte Türk aileler, bu semte gelmeye başlamışlar ve bu semtte kiraladıkları ya da satın aldıkları evlerde oturmaya başlamışlardır. Semtte dini yapılar açısından Emin Camisi’nin tarihi eski dönemlere kadar gitmektedir. Bu cami bugün Ömer Hayyam Caddesi’nin hemen altındadır. Semtte, Tarlabaşı Caddesi’ne yakın bir Ermeni Kilisesi vardır. Anorut Haygutyun Kilisesi aynı zamanda bir Ermeni okulunun içindedir. Yine bu semtte iki adet Rum Kilisesi bulunmaktadır. Bunlardan Rum Katolik Kilisesi Hamalbaşı caddesi ile Kalyoncu Kulluğu Caddesi’nin kesiştiği yerdedir. Ayrıca bir Rum Ortodoks Kilisesi vardır. Üsdiken ‘e göre, Cumhuriyet’ten sonra bu bölgede yerleşenlerin hemen tümü Rumlardan oluşmaktaydı. Ayrıca az sayıda Ermeni ve Aynalıçarşı yöresinde Levantenler vardı (Üsdiken, 1994). 1940’lı yıllarda, Tarlabaşı Caddesi ve buraya yakın yerlere yerleşen müslümanların sayısında bir artış görülmektedir. 1955 yılında 6-7 Eylül olayları ile birlikte çoğunluğu Rum olan azınlıklar bölgeyi terk etmeye başlamıştır. 1960’lardan itibaren ise Tarlabaşı iç göç ve mülkiyet yapısına bağlı olarak alt gelir gruplarının yerleştiği bir bölge olmuştur. Kent merkezine olduğu kadar eğlence yerlerine de yakınlığı, işgal edilebilir nitelikteki terk edilmiş binaların çokluğu, Tarlabaşı’nı iç göçte öncelikle tercih edilen bölgelerden biri haline getirmiştir. Bu durum tarihi yapı stoğunun kötü kullanılmasına neden olmuş, bakımsız binalar değişen sakinleri ile birlikte giderek perişan bir görünüme bürünmüştür.

Özellikler
Yorum
Henüz yorum bulunmamaktadır, ilk yorumu yapmak ister misiniz?
İnceleme bırak
Hizmet: Fiyat: Kalite: Diğerleri:

Bir cevap yazın

Benzer İlanlar