- Pazartesi :Kapalı
- Salı :Kapalı
- Çarşamba :Kapalı
- Perşembe :Kapalı
- Cuma :Kapalı
- Cumartesi :Kapalı
- Sunday :Kapalı
Tahtakale’ de bulunan Balkapanı Hanı, İstanbul’ un ayakta kalabilmiş olan en eski hanlarındandır. Bizans devrinden kalma bodrum ve zemin katının bir kısmı, halen bahçeden görülebilmektedir.
Fâtih Sultan Mehmed, fetih sonrasında giriştiği İstanbul’un imarında liman bölgesinde de çalışmalar yaptırmış, Taht’el-kale olarak adlandırılan Tahtakale’nin ticari önemini göz ardı etmemişti. Burası fetih öncesinde, Latin tüccar kolonileri ile Venediklilerin kontrolündeydi ve önemli ölçüde ticaret yapılıyordu. Toptancı tüccarlarının büyük bir kısmı burada bulunuyordu. Bizans İmpratoru I.Aleksios Komnenos (1081 -1118) saltanatında, Venedikliler İstanbul’da ticari açıdan inanılmaz ayrıcalıklar elde etmişler, yerli Bizans tacirleri karşısında üstünlük sağlamışlardı. İstanbul’da birkaç imalathane ve Galata’da üç iskele bu imparator devrinde Venediklilere tahsis edilmişti.
Osmanlı İmparatorluğunda her sanat dalı topluca aynı çarşıda bulunuyordu. “Kapan” adı verilen ve genellikle kapalı bir çarşı – pazar halinde olan olan bu yerler, satıldıkları ürünün adıyla anıldığından, un kapanı, bal kapanı, yağ kapanı olarak söylenirlerdi. Buralarda esnaf için gerekli ham madde sağlanır, şehir halkının ihtiyacı olan temel besin maddelerinin kente girişi ve dağılışı gerçekleştirilirdi. İstanbul bir üretim merkezi ve kendi ahalisini doyuracak kadar tarım yapılan bir yer değildi. Temel ihtiyaç maddeleri, gemilerle İstanbul Limanı’na getirilir, kapanlarda devlete ödenmesi gereken vergi ve gümrükler tahsil edilir, kayıtları tutulur ve belirlenmiş kurallar içinde son tüketiciye ulaştırılması sağlanırdı. Kapan kelimesi sözlükte büyük terazi, kantar anlamında kullanılmış. Osmanlı döneminde büyük şehirlerde özellikle zahire türünden ihtiyaç maddelerinin toptan alınıp satıldığı yerler de kapan olarak adlandırılıyordu. Balkapanı Hanı, İstanbul Limanı’nın en işlek yerindeydi. Hemen yakınında bulunan ve günümüzde de aynı adı taşıyan Uzunçarşı, limandan başlıyor ve kentin bedestenine kadar (Kapalı Çarşı’nın ilk nüvesi olan ve günümüzde Cevahir Bedesteni olarak adlandırılan bölümü) uzanıyordu. Uzunçarşı, Bizans devrinde de mevcuttu ve Markos Embolos Maurianon ismiyle anılıyordu.Hanın 42 x31 metre ölçüsündeki avlusuna açılan kemerli kapıdan girildiğinde görülen taş döşeme oldukça eski tarihlidir. Eski bir çizimde, avlunun ortasında bir havuz ve etrfında ağaçalr olduğu görülmektedir. Bu kaba taş ile döşenmiş alanın hemen yanında bulunan ve günümüzde oldukça kötü durumda olan tuğla tonoz ise Bizans dönemine ait mahzenlere açılmakta iken örülerek kapatılmış etrafıda adeta bir çöplük haline getirilmiştir. Kemerin etrafında rastgele atılmış olan işlenmiş taşlar, sütunlardan geriye kalmış parçalar hanın geçmişi hakkında küçük ipuçları vermektedir. Altta kalan (L) biçimli mahzen, dört köşe altışar pâyenin ortada sıralandığı dikdörtgen uzun mekânlardan oluşmuş olup üzeri tuğla tonozlarla kapatılmıştır. Mahzenin iki uzun kısmının birleştiği yerde bir koridor ile iki küçük mekân daha vardır. Yapının bu kısmının Türk devrinden önce, Bizans dönemine tarihlendirilmesi duvar tekniğinden kaynaklanmaktadır.
Fatih devrinde Bizans dönemine ait mahzenin üstüne, Türk mimari üsluplarına uygun olarak inşa edilen han, devrinde önemli bir ticaret merkezi olmuştur. Evliya Çelebi burasının kale gibi büyük bir han olduğunu ve Mısırlı tüccarların burada eğleştiklerini yazar.Bakımsız kalan ve mimari açıdan bir hayli bozulmuş olan Balkapanı Hanı, dikkatli bakıldığında uzun bir zaman dilimine ait olduğunu gösteriyor. Hanın içine inşa edilen cami, han esnafı tarafından burada daha önceleri, küçük bir mescid olduğu gerekçesiyle yapılmıştır. Hanın mimarisi zamana yenik düşmüş, çarpık bir yapılaşma ile özgün dokusu yok olmuş, ekonomik gidişatın iyi olmaması da han esnafını zora sokmuştur.
Tahtakale’ de bulunan Balkapanı Hanı, İstanbul’ un ayakta kalabilmiş olan en eski hanlarındandır. Bizans devrinden kalma bodrum ve zemin katının bir kısmı, halen bahçeden görülebilmektedir.
Fâtih Sultan Mehmed, fetih sonrasında giriştiği İstanbul’un imarında liman bölgesinde de çalışmalar yaptırmış, Taht’el-kale olarak adlandırılan Tahtakale’nin ticari önemini göz ardı etmemişti. Burası fetih öncesinde, Latin tüccar kolonileri ile Venediklilerin kontrolündeydi ve önemli ölçüde ticaret yapılıyordu. Toptancı tüccarlarının büyük bir kısmı burada bulunuyordu. Bizans İmpratoru I.Aleksios Komnenos (1081 -1118) saltanatında, Venedikliler İstanbul’da ticari açıdan inanılmaz ayrıcalıklar elde etmişler, yerli Bizans tacirleri karşısında üstünlük sağlamışlardı. İstanbul’da birkaç imalathane ve Galata’da üç iskele bu imparator devrinde Venediklilere tahsis edilmişti.
Osmanlı İmparatorluğunda her sanat dalı topluca aynı çarşıda bulunuyordu. “Kapan” adı verilen ve genellikle kapalı bir çarşı – pazar halinde olan olan bu yerler, satıldıkları ürünün adıyla anıldığından, un kapanı, bal kapanı, yağ kapanı olarak söylenirlerdi. Buralarda esnaf için gerekli ham madde sağlanır, şehir halkının ihtiyacı olan temel besin maddelerinin kente girişi ve dağılışı gerçekleştirilirdi. İstanbul bir üretim merkezi ve kendi ahalisini doyuracak kadar tarım yapılan bir yer değildi. Temel ihtiyaç maddeleri, gemilerle İstanbul Limanı’na getirilir, kapanlarda devlete ödenmesi gereken vergi ve gümrükler tahsil edilir, kayıtları tutulur ve belirlenmiş kurallar içinde son tüketiciye ulaştırılması sağlanırdı. Kapan kelimesi sözlükte büyük terazi, kantar anlamında kullanılmış. Osmanlı döneminde büyük şehirlerde özellikle zahire türünden ihtiyaç maddelerinin toptan alınıp satıldığı yerler de kapan olarak adlandırılıyordu. Balkapanı Hanı, İstanbul Limanı’nın en işlek yerindeydi. Hemen yakınında bulunan ve günümüzde de aynı adı taşıyan Uzunçarşı, limandan başlıyor ve kentin bedestenine kadar (Kapalı Çarşı’nın ilk nüvesi olan ve günümüzde Cevahir Bedesteni olarak adlandırılan bölümü) uzanıyordu. Uzunçarşı, Bizans devrinde de mevcuttu ve Markos Embolos Maurianon ismiyle anılıyordu.Hanın 42 x31 metre ölçüsündeki avlusuna açılan kemerli kapıdan girildiğinde görülen taş döşeme oldukça eski tarihlidir. Eski bir çizimde, avlunun ortasında bir havuz ve etrfında ağaçalr olduğu görülmektedir. Bu kaba taş ile döşenmiş alanın hemen yanında bulunan ve günümüzde oldukça kötü durumda olan tuğla tonoz ise Bizans dönemine ait mahzenlere açılmakta iken örülerek kapatılmış etrafıda adeta bir çöplük haline getirilmiştir. Kemerin etrafında rastgele atılmış olan işlenmiş taşlar, sütunlardan geriye kalmış parçalar hanın geçmişi hakkında küçük ipuçları vermektedir. Altta kalan (L) biçimli mahzen, dört köşe altışar pâyenin ortada sıralandığı dikdörtgen uzun mekânlardan oluşmuş olup üzeri tuğla tonozlarla kapatılmıştır. Mahzenin iki uzun kısmının birleştiği yerde bir koridor ile iki küçük mekân daha vardır. Yapının bu kısmının Türk devrinden önce, Bizans dönemine tarihlendirilmesi duvar tekniğinden kaynaklanmaktadır.
Fatih devrinde Bizans dönemine ait mahzenin üstüne, Türk mimari üsluplarına uygun olarak inşa edilen han, devrinde önemli bir ticaret merkezi olmuştur. Evliya Çelebi burasının kale gibi büyük bir han olduğunu ve Mısırlı tüccarların burada eğleştiklerini yazar.Bakımsız kalan ve mimari açıdan bir hayli bozulmuş olan Balkapanı Hanı, dikkatli bakıldığında uzun bir zaman dilimine ait olduğunu gösteriyor. Hanın içine inşa edilen cami, han esnafı tarafından burada daha önceleri, küçük bir mescid olduğu gerekçesiyle yapılmıştır. Hanın mimarisi zamana yenik düşmüş, çarpık bir yapılaşma ile özgün dokusu yok olmuş, ekonomik gidişatın iyi olmaması da han esnafını zora sokmuştur.